Satışın
Garanti Belgesi
Dünya değişiyor,
ticaret değişiyor, fikirler değişiyor… Ticarî arenada değişmeyen tek
şey, hemen hemen her organizasyonun bir şeyler satmaya çalışmaya
devam ettiği… Satışın ne denli önemli bir iş olduğunu ve ne denli
ciddiye alınması gerektiğini tüm programlarımda ifade ediyorum.
Satmak güzel, ama
üstünde çok ciddi bir şekilde durulması gereken husus, yapılan
satışın her iki taraf için de garantiye alınması. Türk Dil Kurumu
sözlüğünde de anlatıldığı üzere, satıcının sattığı ürün ya da
hizmeti alıcıya vererek, karşılında ödeme belgelerini almasıdır
satış. Ama bu kısır tanımla da sınırlandırılamaz zira satışın
taraflar için garantiye alınması gerektiğine inanıyorum. Yani alıcı,
bir şekilde parasını ödediği ürünü alacağının garantisine ihtiyaç
duyar. Satış arenasında biz bu noktayı genellikle es geçiyoruz.
Sanki tek risk paranın alınamamasıymış gibi… Hâlbuki bir iletişimci
de olarak, öncelikle karşı tarafın haklarının koruma altına alınması
gerektiğine inanıyorum. Böyle düşünmemin en temel nedenlerinden bir
tanesi, satışın bir kereye mahsus bir iş ya da oluş olmadığıdır:
Fabrikalar ürünleri, bireyler de fikirleri üretmeye devam ediyorlar.
Dolayısıyla, tüketicinin ihtiyaçlarının garantiye alınması,
bizimkilerden daha önemli… Düşünsenize, sattığımız kadar ve hatta
fazlası biz satarken üretiliyor. Ne olacak bunca ürün? Tabii ki
satılacak. İhtiyaç sahiplerine ulaştırılacak. İşte bu yüzden
öncelikli olarak müşterinin kendini güvende, garantide hissetmesi
lâzım. Kimi organizasyonlar “Müşteri Memnuniyeti” söylemi altında
bunu zaten yapmaya çalışıyorlar. Bugün benim tartışmak istediğim
husus, satışın satıcı açısından garantiye alınabilmesi.
Biz satış işi ile
uğraşan herkesin en önemli sorunudur aslında tahsilât. Dürüst olmak
gerekirse, bencilliğimizden ötürü, müşterimize ürününü zamanında,
tam, sağlam, eksiksiz, hasarsız olarak vermeye özen gösteririz ama
ya iş paraya gelince?
Perakende
satışlarda, pazarın kendi dinamiklerinin de katkılarıyla, satılan
ürünün tahsilâtı çok büyük bir yüzde ile yapılıyor. Satış ya peşin
ya da kredi kartı ile yapılıyor. Kredi kartlı satışlarda, banka
zaten garantör gibi çalışıyor ve kendisi parasını alamasa bile,
satıcının parasını ödüyor. Kredi kartlarının yaygınlaşması ve
bankanın bu garantörlüğü nedenleriyle, eski usul kredi açan işletme
sayısı son yıllarda son derece azaldı. Hani o “…” kaplı defter
satışı neredeyse kalmadı. Dolayısıyla bu noktada sorun yoka yakın.
Ama ya toptan satış? Bununla ilgili yapılması gereken birkaç önemli
şey olduğu inancındayım. Dünkü krizlerde, bugünkünde ve
yarınlardakilerde hep aynı şey olacak: tahsilatta zorlanılacak. Pek
çok müessese kriz yaftası altında ödemelerini geciktirmekte ciddi
bir sakınca görmüyor. Dürüst olmak gerekirse, devletin iştikak ve
hak ediş ödemelerini dondurduğu şu dönemde, bu durum açıkçası çok da
sırıtmıyor. Ama gücü olmayan işletme sahibi ne yapsın? Fatura anında
çalışana kesiliyor. Kriz fırsat oluveriyor işletme için. Tabii küçük
düşünenler için… Dünya nice krizler atlattı: Hemen tüm ekonomistler
birleşiyorlar ki 1929 buhranının yanında bugünlerde yaşadıklarımız
basit kalıyor.
Toptan satışta
satışın garantili yapılması konusu, hemen her organizasyonun
sağlamaya çalıştığı bir gerçeklik. Tabii bunun sağlanması için pek
çok kriter var göz önünde bulundurulması gereken: Her şeyden önce
doğru dağıtım kanallarının seçilmesi konusu var. Bugün artık, sadece
direk müşteriye satış yapan firma sayısı oldukça azaldı. Her bölgede
kendi organizasyonunu kurmanın ana firmaya yükleyeceği iktisadi yük
bir yana, uzaktan kumanda bölgelerin yönetilmesi nokrasında türlü
yönetsel sıkıntılar ve zorluklar var. Direk tüketiciye satış; satış
ekibinin ana firma tarafından kurulması, satış anında birim
kârlılığı maksimize etmekle birlikte, organizasyonun maliyeti, insan
çalıştırmanın zorlukları ve mutlak yerel etkinliğin sağlanması
noktasındaki handikaplar satış, stok, tahsilât risklerinin tamamının
ana firma tarafından karşılanacak olma zorunluluğu ile birleşince
çok da makul durmuyor. Bu gibi nedenlerle ana dağıtıcıların, doğru
seçilmiş iş ortaklıklarına, dağıtım kanallarına ihtiyacı oluyor.
Buradaki anahtar kelime: “Doğru”… Bayi yapılanmasının doğru
kişilerle kurulması ve yürütülmesi, stok ve tahsilât risklerinin
paylaşılması adına son derece önem arz ediyor. Bir bayi adayının
doğru olup olmadığının kararının verilebilmesi için yanıtının
bulunması gereken bazı sorular var: Aday firmamıza ne katacak? Onsuz
yürüyen satışları onunla yapılamaya ikna olunması için, adayın
ciddi, elle tutulur argümanlarının olması gerekiyor. Bu argümanların
tamamının en basit ifade ile bulunacağı dokümanın Pazarlama
Planı’dır(PP). Doğru bir şekilde hazırlanmış bir pazarlama planı,
adayın 5N1K’ya vereceği cevapları ihtiva eden bir dokümandır: Neyi,
Neden, Nasıl, Ne zaman, Nerede ve hangi
Kaynaklarla yapacağının ifade bulduğu, bir kısmı edebiyat bir
kısmı da matematik içeren bir doküman. Alınacak PP ile, ana firmanın
PP’nın ilgili yerel aksiyon bölümünün paralellik arz edip
etmediğinin, farklılıkların ne denli kabul edilebilir olduğunun
ortaya konulması gerekiyor. Aslına bakarsanız, bugün satış
organizasyonlarındaki en temel eksiklik bu! Ana firmaların pazarlama
planları ve önlerine gelecek bu planları okuyacak, yorumlayacak bir
ekibi yok. Oysa PP; satışın en önemli garanti belgesi niteliğinde
bir doküman. Her önümüze gelenden isteyecek miyiz bu PP’nı? Tabii ki
hayır! Öncelikle, adayın firmamıza uygunluğunun tespit edilmesi
gerekiyor. Bayilik verirken, dikkat edilmesi gereken en önemli
noktalardan bir tanesi işte bu uygunluk…
Ben bayi
yapılanmasını ilgili bölgeye dikilen firma sancağı olarak görüyorum.
Bu nedenledir ki, bu ilişkinin uzun soluklu olması gerek taraflar ve
gerekse müşteri açısından büyük önem taşıyor. Bir firma düşünün, her
sene ya da iki senede bir bölgedeki bayisini değiştiriyor. Orta ve
uzun vadede müşteri ya da tali satış noktaları ne düşünür? Hadi ilk
bayi kötüydü, ikincisi istenileni vermedi, üçüncüsü kabul edilemez
hatalar yaptı, dördüncüsü battı, beşincisi… Hep bayiler mi
hatalıydı, ana firmanın hiç mi hatası yoktu? O dar pazarda, bir süre
sonra bayilik verilecek firma dahi bulunamaz hale gelinebilir. O
nedenle, bu seçimin çok iyi yapılması gerekiyor. Acaba aday, beni ve
markamı temsil edebilecek mi? İlk kilit soru bu. Aslında en karmaşık
gibi olmakla birlikte, en kolay soru da bu. Küçük bir gözlem yapmak
gerekiyor: Ofis/Showroom’unun yeri, dekorasyonu, kullandığı araçlar,
personelinin kılık kıyafeti, genel durumu, sattıkları diğer ürünler,
rakip, pazar hakkındaki bilgi ve hâkimiyetleri… Burada özellikle
personelin durumu son derece önemli: Bilindiği gibi, insanları
değiştirmek neredeyse mümkün değil, o halde kurumsal vizyon ile
uyumlu bir adayı belirlemek gerekiyor. Bir de söz konusu aday
adayının bize ve markamıza bakış açısı: Amaç mıyız, araç mı? Aslında
pazar hâkimiyetini artırmak, daha fazla kazanmak, daha bilinilir
olmak gibi son derece önemli işbirliği nedenleri bizimle kurulacak
işbirliğinin doğal sonuçlarından olacağı için, işbirliğimiz her
zaman biraz da araçtır. Araç olmaktan kasıt şu: Zaman zaman bayiler,
ürün ve markamızı, kullanarak müşteri çekmekte ve markamız dışındaki
ürünlerden satışı kapatmaktalar. Özellikle kalite ve fiyatı yüksek
markaların bayilerinde sık görünebilen bir durumdur. Böyle bir niyet
ve düşünce özellikle irdelenmelidir. Bu irdelemelerin temel nedeni
sancağın düşmemesinin sağlanmasıdır.
Bayi adayı
kararının verilmesinden sonraki aşama protokolün / sözleşmenin
hazırlanması ve imzalanmasıdır. Aslında çok basit gibi duran ancak
önemli ve hassas bileşenleri olan bir husus bu. Bu konuda söylemek
istediğim ilk şey, doğru ve kalıcı bir sözleşmenin, işbirliğinin her
adım ve aşaması canlandırılarak hazırlanabileceğidir. Sözleşmeler;
ticari arenadaki tarafların birbirlerine verdikleri iletişim ve
işleyiş niyet mektubu gibidir: Bu nedenledir ki basit, net,
anlaşılabilir ve kesin olmalıdır. Kısa sözleşmeler iyidir
yanılgısına düşülmemelidir. Her ne kadar, sözleşmelerin son
maddelerinden birisi, “İşbu sözleşmede bahsi geçmeyen diğer tüm
hususlar için TTK ilgili maddeleri geçerlidir” ya da bir benzeri
madde bulunacaksa da, işbirliğinin canlandırılan her adımı ile
ilgili maddeler, kurallar, işleyiş esasları mutlaka yazılmalıdır:
Sipariş, tedarik, sevkıyat, satış, fiyat/vade, ödeme, satış sonrası
teknik destek, müşteri iadeleri, iadelerin taraflar arasındaki
süreci, tanıtım, pazarlama, reklam faaliyetleri, fuar katılımları
Sözleşme kesinlikle tek taraflı olmamalıdır. Eğer bir işbirliği
varsa, her iki tarafın da üzerine düşen sorumluluklar olmalıdır.
Özellikle ülkemizde Rekabet Kurulu’nun kurulup, işlevsellik
kazanmasının ardından, bu nokta çok daha fazla önem kazanmaktadır.
Pek çok organizasyonda karşılaştığım temel bir hata var:
Sözleşmelerin ana firma antetli kâğıdına yazılması. Sözleşmeler
antetsiz kâğıda yazılmalıdır. Cezai şartlar ve müeyyidelerin
açıklanmadığı bir sözleşme yarım kalır. Bir başka önemli husus da,
mülkî ve sınaî hakların korunması hakkında bir maddenin mutlaka
bulunmasıdır. Logo ve isim kullanımı da bu madde içinde
tariflendirilmelidir.
Bunlar, hem işin
başı hem de temeli olmaları münasebetiyle garantili satışın ABC’si
niteliğindeki noktalar. Sözleşmenin kalan hususlarını, tahsilât
sürecini ve ödeme belgelerinde dikkat edilmesi gereken püf noktaları
ilgili programlarda detaylandırıyoruz. Peter DRUKER’in bir sözünü
hatırlatmak istiyorum: “Doğru işleri yapmak, işleri doğru yapmaktan
daha önemlidir.”. Ben idealini arıyorum: Doğru işleri doğru yapmak…
Murat ÜNVER 20©9
